top of page

Lipton'un Marka Kaygısı Sepetlerde

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Lipton’un marka kaygısı sepetlerde

Lipton’un Türkler’in çay markası olma mücadelesi devam ediyor. Bu mücadeleyi gerçekten saygıyla izliyorum. Çok da takdir ediyorum. Hatta örnek olay olarak çalışmak istiyorum ama Unilever yurtdışında verdiği verileri Türkiye’de araştırmacılara vermediği için çalışamıyorum. Her neyse...

Lipton demlik poşette “modern Türkler”i çekmek için neler yaptı neler. Ne bardaklar, ne çaydanlıklar, ne insanlar, ne renkler kullandı. Ne promosyonlar yaptı. Ama ne yazık ki sonunda “kültüre” yenildi ve doğrudan Karadeniz’e gitmeye, hatta şive kullanan reklamlar yapmaya başladı.

Şimdi de son reklamında “horon”la Türkler’i “ iyi çay üretmek kolay iş değil” diyerek “saf Rize çayı” olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Reklam müziğinin, çay toplama işçilerinin ve çay tarlalarının başrolde olduğu reklamda tek hata var o da kör gözüm parmağına “branding”i sokma çabası.

Eğer sepetlerdeki Lipton markalaması olmasa reklam daha bir samimi, daha bir inanılır olacak ama gelin görün ki “branding ezber aklı” ya da “brandkey ezber aklı” her yerde marka olsun diye reklam filmini reklam filmi olmaktan çıkarmış, doğalı bozmuş, kurumsal ürün filmi yapmış.
Reklamın girişinde bir kere kallavi, son on saniyesinde de üç kere daha az kallavi ambalaj görünüyor. Son karede de logo var. Söyler misiniz madem “branding”e samimiyeti bozacak kadar önem veriyorsunuz niye reklam yayınlanırken ekranın üstünde ya da altında bir Lipton logosunu sürekli tutmuyorsunuz?

Marka-reklam anımsamasını sağlamak için daha “güvenli” bir yol olmaz mı? Üstelik daha “inandırıcı.”

 

 

 

 

Ali Atıf Bir

 

 

Kaynak : http://www.bugun.com.tr/ipananin-ezgi-molali-reklami-saka-olmali-yazisi-1433672

bottom of page